Magic Johnson'ın showtime Lakers'ını izleme şansına erişemedim. Ya da Oscar Robertson'ın oyunun her alanında yaptığı etkiye şahit olamadım. Aynı şekilde Stockton'ın en iyi zamanını da canlı izleyebildiğim söylenemez. Ama göğsümü gere gere NBA'i değiştiren takımın generalliğini yaptığı sırada Steve Nash'in neredeyse her maçını izleyebildiğimi ve o akışkan hücumun içindeki her etkeni sizlere sabah kadar anlatabileceğimi söyleyebilirim.
Hayatta ve dolayısıyla sporda bazı anlar vardır. Hatırladığınız veya izlediğiniz anda yüzünüzde aptal bir gülümseme belirir. O an, size o kadar değerli bir şeye şahit olduğunuzu hissettir ki, içinizde tuhaf bir boşalma ve rahatlama yaşarsınız. Mike D'Antoni'nin <7 saniye tarzı ve stretch 4 yani şut atabilen power forvetleri kullanarak hayata geçirdiği hücum setleri ve Nash'in kusursuz hücum performansı benim için kesinlikle böyle bir şeydi; NBA için ise adeta bir devrim niteliğindeydi. Elbette bu sistemin en önemli ayağı belki de tarihin en iyi hücum generallerinden birine sahip olmaktan geçiyordu.
1990'larda rakipleri durdurmak için Pat Riley, Phil Jackson, Jerry Sloan gibi koçlar oyunu yarı sahaya yıkmaya çalışıyorlardı - Bilindiği üzere, süperstar'lar veya yetenekli oyuncular transition'da rahatça üretebilecekleri sayıları yarı saha basketbolunda daha çok emek harcayarak yaratmak zorunda kalıyorlar. İyi savunma takımlarının başarılı olması birçok koçun bu sistemi örnek almasına ve bu yüzden savunmaya daha çok değer veren taktiklerle oynamasına neden oldu. Hücum, ağırlıklı olarak isolation üstünden oynanıyor, takım basketbolunun değerini bilen koç sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. 2003-04 sezonuna gelindiğinde ligde maç başına 100 sayıdan fazla ortalama tutturan sadece iki takım kalmıştı: Steve Nash'li Dallas Mavericks ve Rick Adelman'ın harika pasör oyunculara sahip, şiir gibi hücum eden takımı Sacramento Kings. Tam 10 yıl sonra, yani geçtiğimiz sezon ise ligde tam 17 takım 100 sayı barajını geçmeyi başardı.
Nash'li Phoenix Suns'ın yüksek tempolu, 4 şutörlü oyunu NBA'de kabul gördü ve zaman içinde diğer koçlar tarafından da uygulamaya başlandı. Avrupa'da uzun yıllardır alan yaratmak için kullanılan şutör ve çok yönlü hareketli uzunlar NBA'de ilk kez Mike D'Antoni döneminde bu kadar etkili ve uzun sürelerde kullanılmıştı. Bu oyunu sıradışı kılan ise Nash'in muazzam saha görüşü ve olağanüstü bir şutör olmasıydı. İnsanlar Nash hakkında bir şeyler söylediğinde bu konuşmanın %99'u Nash'in saha görüşü ve asistleriyle ilgili oluyor. Halbuki Nash'in hak ettiği değeri görmeyen bir özelliği var. O da lig tarihinin en iyi şutörlerinden biri olduğu gerçeği. 18 sezonluk kariyerinde tam 14 sezon %40 ve üstünde üçlük isabetiyle oynadı. Saha içi isabet oranı da %49 idi. Bir referans almak için kariyeri boyunca en çok karşılaştırıldığı isim olan Kidd'in kariyer şut yüzdesine bakabilirsiniz: %40. Ayrıca Nash, Mark Price'la birlikte lig tarihinin en iyi serbest atıcısı olarak gösteriliyor. Kendisi 50/40/90 kulubünün saygıdeğer 6 üyesinden biri - Bird, Price, Miller, Nash, Nowitzki, Durant. Ve 4 sezon boyunca 50/40/90'u yakalayarak en yakın rakibi Larry Bird'e iki sezon fark atmayı başardı.
Nash'in hücumdaki sihirbazlığını en iyi şekilde gösteren istatistikler geçtiğimiz günlerde nba.com'dan John Schuhmann tarafından paylaşılmıştı. Schuhmann'ın paylaştığı fotoğraf, Nash'in sırtladığı takımların tam dokuz sezon üst üste ligin en iyi hücum takımları olduğunu gösteriyordu. Ne istatistik ama. Bu duruma şu taraftan bakın. Bu dokuz yıl içerisinde Kobe, Shaq, LeBron, Duncan ve daha aklınıza gelebilecek bir sürü süperstar en iyi zamanlarını yaşamaktaydılar. Tüm bunlara rağmen Nash bir şekilde liderliğini yaptığı takımlara kusursuz hücumu oynatabilmiş ve ligi domine etmeyi başarabilmişti. Hem de bunu birçok farklı koçla çalışmasına rağmen gerçekleştirmişti.
İnsanlar Nash'in MVP ödüllerini hep tartışır durur. Bazıları Phoenix'teki ilk sezonunda kazandığı ödülün Shaq'a ait olduğunu iddia eder. Bazıları ise 2006'daki ödülün aslında Kobe'nin hak ettiğini söyler. 04-05 sezonunda Shaq 23 sayı 11 ribaund 2.5 blok %60 saha içi isabetiyle oynadı ve takımı 59 galibiyetle sezonu kapattı. Söyleyecek bir şey yok, müthiş rakamlar. 05-06'da Kobe tam 35 sayı ortalaması tutturdu, modern basketbolda bunu başarmak neredeyse imkansız. İkisi de harikaydı. Nash'in rakamları ise daha mütavaziydi. İlk sezonunda 15 sayı 11 asist %50 saha içi isabeti yakalamıştı. 05-06'da ise 18 sayı 10 asist ve %51. İki sezon üst üste kazanılan MVP ödülleri sadece rakamlarla alakalı değildi. Nash'in takım arkadaşlarını olabilecekleri en iyi oyuncu haline getirmesi ve yanındaki herkesin en iyi sezonlarını onunla birlikte geçirmesi bu ödüller de önemli bir etkendi. Tüm bunlara ek olarak, lig sıradışı bir şey yaşıyordu. Phoenix Suns, herkesten farklı bir oyun sistemiyle galip geliyor ve izleyenler adeta büyüleniyorlardı. Nash'in ödüllerinin tartışılması bence gayet normal. Fakat 10 yıl geçtikten sonra o anda hissedilen şeyler ne yazık ki aynı şekilde hissedilmiyor. Bu yüzden bugün yapılan tartışmalar olayın özüne çok fazla yaklaşamıyor.
Gelelim savunmaya. Nash'in bu konuda gerektiğinden fazla eleştirildiğini düşünüyorum. Hiçbir zaman bir Harden olmadı. Takım arkadaşlarına ihanet edercesine savunmada umursamazlık yapmadı. Üstüne üstlük, hiçbir zaman müthiş bir çember savunucusu içinden barındıran bir takımda oynama şansını da bulamadı. Amare'nin blok rakamları sizi yanıltmasın, en iyi zamanında bile iyi bir savunmacı değildi. Nash, Harden'ın sahip olduğu lükse sahip olmadı. Arkasında Ömer veya Howard yoktu. Bu da uzun vadede Nash'li Phoenix'in savunma anlamında normalden fazla tepki almasına neden oldu. Buradan Lakers dönemine bağlayacak olursak, 2012'de Howard ve Nash, Lakers ile anlaştığında bu yüzden basketbol severler çok heyecanlanmıştı. Hatta bazıları şampiyonluğu garanti olarak görmekteydi. Nash, Phoenix'te geçirdiği son sezonda 12.5 sayı 10.7 ribaund %49 saha içi isabeti ve %43 üçlük yüzdesiyle oynamış, hücum anlamında depoda hala bir şeylerin kaldığını kanıtlamıştı. Pas öncelikli bir guard olduğundan Kobe'yle topu paylaşma konusunda da sıkıntı çekmeyecek, ek olarak Howard gibi bir bekçiye sahip olacaktı. Ve tabii ki Amare'yle yürüttüğü pick&roll'lerin daha vahşilerini Howard'la oynayabilecekti. Öyle olmadı. Hatta bu senaryonun yanına bile yaklaşamadı Lakers. Nash sakatlandı, Howard pek hazır gözükmedi, Kobe kariyerini hızlıca aşağı çekecek feci bir sakatlıkla yüzleşmek zorunda kaldı. Böylece lig tarihinin en büyük hayal kırıklıklarından birine hep beraber şahit olduk.
2012'de all-star olan Nash'in Lakers formasını üstüne geçirdiği andan itibaren kariyeri çok farklı bir yöne evrilmişti. Sakatlıklar, sakatlıklar ve tekrar sakatlıklar... Tarihin en iyi 4-5 oyun kurucusundan biri olan bu adam geçtiğimiz günlerde yaşadığı son sakatlıkla basketbol defterini kapattı.
Sanırım "Her güzel şeyin bir sonu vardır" kalıbı bir kez daha galip gelmeyi başardı. Nash efsanesini yüzük veya MVP sayısıyla anlatmak suya yazı yazmak gibi. Onun basketbol iq'sunun sahada adeta can bulduğunu görmek inanılmaz eğlenceliydi.
NBA tarihinin en sıradışı oyuncularından birinin sözleriyle noktalayalım:
Sad 2 hear about Steve but happy he had a great career, a true PG. 1 of the best 2 ever do it. His biggest fan, AI pic.twitter.com/5YL3iUzhBm
— Allen Iverson (@alleniverson) 24 Ekim 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder