12 Şubat 2015

Gerçek Hayatta NBA2K Deneyimi


1999'un yağmurlu bir gününde Kadıköy'de bir pasajda ilk bilgisayarıma kavuşurken babamın bir alt katta bilgisayar oyunu satan dükkana beni götürdüğünü hala çok net hatırlıyorum. Bana sadece iki oyun seçmemi söylediği, 4-5 oyun arasında aşırı kararsız kaldığım anlar hala dün gibi geliyor. Ama asıl mesele ben iki oyunluk kontenjanımın ilkini çoktan doldurmuş, diğer kontenjan için 4-5 oyun arasında seçim yapamamıştım. Gözüm kapalı olarak seçtiğim oyun, kapağında Tim Duncan'ı barındıran NBA Live 2000'di.

FIFA, NBA her ne olursa olsun her oyunda kendisini yaratıp aksiyonun içine dahil olan tiplerden biri oldum hep. Sahip olduğum ilk NBA oyunununda da durum farksızdı. Sonraki yıllar içinde oyuncu yaratma opsiyonu her sene içinde biraz daha gelişti. Akıl almaz boyutlara ulaştı. 2K şirketi bu pazara girdiğinde ise oyun ve basketbol aşıkları için iş çığrından çıkmıştı. 2K 'oyuncu yaratma' bölümünü kariyer moduyla birleştirip NBA sahnesinde kendine isim yapmayı hayal eden birçok hayalperest basketbolsevere olanak sağlamıştı. Sonucunda çok tutmuştu da.

Artık yaşımın koleji bitirip NBA'e girecek bir oyuncudan fazla olduğunu fark ettiğim anda oyun içinde kendimi yaratmayı bıraktım. 11-12 yaşındayken yaşımı büyütmek eğlenceli gelmişti ama kendimi küçük göstermek bana o kadar güzel gözükmedi. O yüzden artık 'my player' modunu tercih ediyorum. Ve yıllardır oyuncu rating'lerine ayar çeken bir hileci olarak, yukarılardan bir yerlerden bir takım güçlerin Hassan Whiteside'ın rating'lerini yükselttiğine dair tuhaf, korkutucu bir inanca sahibim.

Kim bu Hassan Whiteside?

Madem NBA2K üstünden gidiyoruz, öyle de devam edelim. Oyun içinde franchise modunda oynarken takımın 3. veya 4. pivota ihtiyacı olduğunu anladığınız anda Free Agent kısmına giderek sadece ama sadece kadroyu doldurmak üzere, şu gariban da üç beş bir şey kazansın diyerek bir uzun alırsınız ya, işte o seçtiğiniz uzun Hassan Whiteside oluyor-du. Aslına bakarsınız, Hassan Whiteside ile ilk tanışmam tamamen oyuna dayanıyor.

2010 Draftı öncesi 33.sıradaki hakkını para karşılığında takaslamayı düşünen Sacramento Kings, Whiteside'ın blok yeteneği, korkunç kanat genişliği ve potansiyelinden ötürü bu düşünceden vazgeçmişti. Ayrıca Miami Heat, draft öncesinde Whiteside'ı idmana çıkarmış ama o idmandan yeterince hoşnut kalmamışlardı. Spoelstra'nın söylediğine göre o idman sonrasında şu anda ülkemizde forma giyen Dexter Pittman'ı seçmeye karar vermişlerdi.

Whiteside'ın eski menejeri Brian Samuels, Pat Riley'nin Whiteside'a bir yıl boyunca ne yapması gerektiğini adam akıllı düşünmesini önerdiğini söylüyor. Samuels, Whiteside hakkında:

"Hassan'ın her zaman müthiş bir yeteneği vardı. Yapması gereken tek şey ciddi ciddi düşünmesi ve bu işi gerçekten isteyip istemediğini öğrenmesiydi. Lakin o sıralarda hazır olduğunu düşünmüyordum."

2.tur 3.sıra seçimi olarak Sacramento'ya katılan Whiteside, bu takımda yeterli süreyi bulamayınca çoğu 2.tur seçiminin yaptığı gibi şansı başka yerlerde aradı. 4 D-League takımı, Çin macerası ve Lübnan'da geçirilmiş iki yıl... Güvenlik sorunları dolayısıyla ayrıldığı Lübnan'dan sonra hiçbir takım bulamayan Whiteside, Çin'de 2.ligde forma giymişti.

Kısa kariyeri boyunca birçok takımla denemelere çıkan Hassan, 2014 yılının Eylül ayında Memphis tarafından sezon öncesi idmanlara davet edildi. Ancak bir ayı dolduramadan Grizzlies onu serbest bıraktı. Yinelemekte fayda var, bahsi geçen tarih çok değil, sadece 5-6 ay öncesi.

Memphis sonrasında D-League'e geri dönüp NBA genel menejerlerinin radarında kalmaya devam etti Whiteside. D-League'de çıktığı üç maçta 22 sayı 16 ribaund 5 blok ve %86 saha içi isabetiyle video oyunlarına taş çıkartan istatistikler tutturdu. LeBron döneminde dahi sakatlıklar vb. sorunlardan ötürü kariyerleri sona gelmiş veya büyük düşüş yaşayan oyunculara şans veren Miami Heat onu bir kez daha idmana çağırdı. Spoelstra'nın sözleriyle:

"Onu idmana çağırdığımızda onu bilmiyor falan değildik. Tanışma faslı çoktan bitmişti. Daha çok "Selam Hassan, seni yeniden görmek güzel" tarzında bir konuşma gerçekleşmişti"

Eddy Curry, Greg Oden, Chris Andersen, Michael Beasley... Bu oyuncular Miami'nin son yıllarda yeniden canlandırmaya çalıştığı isimler. Bana sorarsanız 2.şampiyonluk için Andersen'a çok fazla şey borçlular. Miami Heat ekibi tıpkı Andersen durumunda olduğu gibi şapkadan tavşan çıkarmış gibi gözüküyor.

Peki ne değişti?

Gerçekten Çin 2.liginden gelip NBA'in iyi takımlardan birinde oyunu değiştiren bir faktör olmak mümkün mü? Mümkünse nasıl oldu?

Berbat scouting, kulaktan dolma bilgiler, 'uzunların sonradan açıldığı' klişesinin haklılığı, doğru organizasyon... Hassan Whiteside'ın bu konu hakkındaki görüşleri ise şöyle:

"Bir noktadan sonra iş bu böyle... şu şöyle... gibisinden basite indirgeniyor. Bu konumda yer alan önemli insanlar kendileri keşfetmektense başkalarından duydukları şeylere inanıyorlar. Benimle ilgili çalışmayı sevmediğim yönünde söylentiler dolaşıyordu. Ve profesyonel olmadığıma dair.. Bu yüzden D-League'e geri döndüğümde genel menejerlerin dikkatini çekebilmek için elimden geleni yaptım"

Koç Spoelstra'nın bu değişim hakkındaki görüşleri:

"Ülkenizin çok uzağında bir yerlerde basketbol oynamak zorunda olmak sizi farklı bir şekilde etkileyebilir. Bazı oyuncular bunu kabul ederken, bazıları için motive edici olabiliyor. Miami'de yıllarca forma giyen Haslem'i örnek alırsak; All-American oldu fakat draft edilmedi. Sonrasında Avrupa'da forma giymek zorunda kaldı ancak ne olursa olsun lige geri dönmeyi başardı. Whiteside, Beyrut'ta forma giymek için Sacramento'dan ayrıldı. Araba patlamaları haberleriyle uyandı, sonra Çin'e gitti, ardından 3.defa D-League'e gönderildi."

Spoelstra'nın değindiği gibi bazı isimler erken yaşlarda yeterli sorumluluk bilincine veya olgunluğa sahip olamıyor. Bunun yanı sıra gerçekten de doğru zamanda doğru yerde olmak çok önemli. Uzun yıllar NBA'de tutunamayıp Amerika dışında birkaç sezon geçirdikten sonra evrim geçirdiğine tanık olduğumuz birçok oyuncu var. Mesela Gerald Green. Hatta Green'in takım arkadaşı P.J. Tucker da örnek olarak gösterilebilir.

Whiteside'ın sezonu ve Miami'ye etkisi

LeBron James'i kaybettikten sonra bir takım ne kadar iyi olabilirse Miami o kadar iyi. Dünyanın en iyi oyuncusu kadronuzdan ayrıldıktan sonra beklentiler doğal olarak bir hayli düşüyor. Üstüne üstlük, takımın en büyük iki kozu Wade ve Bosh da bir türlü sağlıklı olamadılar. Hassan Whiteside, vasat geçen sezonda Heat taraftarlarını heyecanlandıran bir unsur oldu.

Aralık ayında Heat rotasyonunda yer bulmaya başlayan Hassan, bu ay içerisinde çıktığı  9 maçta ortalama 9 dakika süre alabildi, kısa sürelerde fena olmayan işler yaptı. 2015 ise tamamıyla farklıydı. yeni yıla girerken ne dilediyse tam anlamıyla gerçekleşmiş gibiydi. Yılın ilk üç maçında 11 sayı 8 ribaund istatistikleri tutturdu. Ancak herkesin dikkatini üstüne çektiği maç, bu üç mücadelenin sonrasında oynanan Clippers müsabakasıydı. Boyalı alanında DeAndre Jordan ve Blake Griffin'e sahip takıma karşı 23 sayı 16 ribaund ve 2 blokluk bir performans sergilemesi fazlasıyla ilgi çekmişti.

Bazı oyuncular tek maç ile kariyer gecesini yaşar ve sonrası bir daha gelmez. Çoğunluk bu fikirdeydi. Öyle olmadı. Whiteside bu sezon çıktığı 25 maçta sadece 19.6 dakika süre alarak 10 sayı 8.6 ribaund ve 2.4 blok ortalamaları tutturdu. Bu istatistikleri 36 dakikaya vurunca Whiteside'ın çılgın rakamları daha çok göze çarpıyor - 18.4 sayı 15.7 ribaund 4.3 blok -

Whiteside çok atletik, iyi beslendiği takdirde çember etrafında iyi bitirebilen, kanat genişliği sayesinde bire bir ve çember savunmasında gayet iyi, olağanüstü ribaundçu. Pozisyon bilgisinden ötürü zaman zaman aptal fauller alması zamanla vazgeçebileceği bir alışkanlık bana göre. Bu sezon sakatlıklardan ötürü bir türlü dengeli bir beş yakalayamayan Miami rotasyonunun vazgeçilmez bir parçası oldu bile. Net rating'i -3.2 olan Miami Heat'in, net ratingi Whiteside oyundayken +2 oluyor.

Ligin en kötü ribaund takımı olan Miami Heat için bu yeni bir şey değil. LeBron buradayken de durum böyleydi. Daha fazla süre bulduğu takdirde Whiteside bu konuda Heat'in çözümü olabilir. En azından duruma merhem olabilir. Bu sezon ribaund kategorisinde gösterdiği çılgın performans sayesinde elit bir sınıfa doğru gidiyor. Şöyle ki; NBA tarihinde 1000+ dakika süre alıp toplam ribaund yüzdesi diye tabir ettiğimiz istatistikte %25'i geçebilen sadece iki isim var: Dennis Rodman ve Reggie Evans. İki saf ribaundçu. Hassan Whiteside bu istatistikte şu anda %26.9'da yer alıyor. Bu sezon bu tempoyla gittiği takdirde aşağıdaki listede kendisine saygın bir yer bulacak.


Whiteside'ın bu video oyunlarında ayarlanmış gibi gözüken çıkışını Miami'de yapmış olması bence kendisi adına şanssızlık. Neden derseniz, Miami ligin en yeteneksiz - ligdeki guard sınıfını düşünecek olursak - point guard'larına sahip. Whiteside'ın hücum oyunu pick&roll'lere ve çember etrafına atılacak lob'larla etkili bir seviyeye ulaşıyor. Bu yüzden üst düzey diye tabir edebileceğimiz bir point guard'la çok daha tuhaf istatistikler ortaya serebilirdi.

Bir başka dezavantaj, 2011 yılında Dallas'a finalde kaybettikten sonra kısa beşli bir sistemle yola devam Miami'de bu bir alışkanlık haline geldi. Sezon başında Josh McRoberts imzasının temelinde de bu yer alıyordu. 5 numarada Bosh ile alan açıp, diğer şutörler sayesinde kanat oyuncularının boyalı alanda rahat olması sağlanıyordu. Özellikle Wade ve Deng gibi etkili dış şuta sahip olmayan iki isim için alan açan oyuncuların varlığı çok şey ifade ediyor. İşte bu yüzden Whiteside bu çıkış evresinde bile 30-35 dakika süre alamıyor. Bosh 3-4 yıldır bu role bürünmüş durumda, sezon içinde bu tarz alışkanlıklardan bir anda kurtulmak neredeyse imkansız.

Sırada ne var?

Birçok insan Whiteside'ın çıkışını Lin'in o muhteşem ayıyla karşılaştırıyor. Çok haksız değiller, Lin'in gösterdiği performans rüya gibiydi. Şimdilerde ise -doğal olarak- o rüya performansın çok uzağında olan Lin'in kariyeri gözardı ediliyor. Halbuki insanların unuttuğu bir nokta var. NBA kariyeri yapma olasılığı çok ama çok düşük olan bir oyuncu 2012 yılının bir ayında gösterdiği inanılmaz performans sayesinde 3 yıl için 24 milyon dolarlık kontratı kaptı. Lakers'tan ayrıldıktan sonra Lin, büyük ihtimalle NBA kariyerine bir şekilde devam edecek. Her şeyi New York'ta gösterdiği o kıvılcıma borçlu değil mi? Bence öyle.

Whiteside'ın dosyası ise biraz daha farklı. Bu ligde guard olabilmek cidden çok zor. Her gece ayrı bir mücadele, söylenildiği gibi NBA point guard'lar yönünden altın çağını yaşıyor. Bu yüzden Whiteside disiplinli yaşamaya devam ederse onun için Lin'in yaşadıkları olabilecek en kötü senaryo gibi gözüküyor. Ki dediğim gibi 3 yıl 24 milyon, hiç fena değil. 2.13 boyunda atlet, ribaundçu, iyi savunmacı bir oyuncu olarak Whiteside'ın bu noktadan sonra uzun bir kariyere sahip olmaması için hiçbir neden yok.

1 Şubat 2015

Chicago'nun Gerçek Kahramanı: Jimmy Butler


NBA'i çok yakından takip etmiyor fakat all-star hafta sonunu kaçırmıyorsanız, çok yakında Jimmy Butler ile tanışacaksanız. Kendisi bir all-star. İyi bir NBA takipçisiyseniz, şimdiye kadar Jimmy Butler'ı zaten duymuşsunuzdur. Peki bizler, yani NBA'i yakından takip edenler, NBA'in gelecek 7-8 yılını domine edebilecek bir oyuncunun gelişimine şahitlik ettiğimizin farkında mıyız? Ya da Jimmaayy, Klay/Harden sınıfının bir parçası olabilir mi? Bence oldu bile.

Gelecek vaadeden genç bir oyuncunun her sene içerisinde kendisini geliştirmesi ve sakatlık vb. sorunlar yaşamadığı takdirde zirveye çıktığında bir süre orada kalması beklenir. Mesela Klay Thompson'ı örnek alalım. Klay lige geldiğinde zaten çok iyi bir şutördü. Zamanla nokta şutör olmak dışında farklı işler de yapabilmeye başladı. Steph ile birlikte ligin en yumuşak guard savunması olarak gösterilirken bu günlerde savunması övülür oldu.

Jimmy'nin hikayesi ise farklı. Lige ilk geldiğinde çok ama çok sağlam bir savunma oyuncusu olan Butler, ilk sezonunda çok iyi bir şekilde faul alıyordu. Sonraki sezon play-off'larda Deng'ten daha iyi bir şekilde LeBron'u savunur oldu. Ayrıca aynı sezon %38 gibi gayet iyi bir yüzdeyle üçlük attı. Kariyeri üçlük atabilen harika bir savunma oyuncusu olmaya doğru evriliyor derken, bir sezon sonra %39 ile şut atıp Tony Allen 2.0 görüntüsü çizdi. Butler bu sezon ise takımının en skorer oyuncusu. Saha içi isabet oranı tam 7 puan artış gösterdi, aynı şekilde sayı ortalaması da. Tüm bu söylediklerimi Jimmy Butler'ın 36 dakikalık istatistiklerinde daha rahat görebiliriz. 


14/15 sezonunda şu ana kadar kusursuza yakın bir oyun sergileyen Jimmy, çoğu kişiye göre sahanın iki tarafında da en üst düzeyde performans verebilen en iyi birkaç kanat oyuncusundan biri. Butler bu sezon rakip takımın en iyi oyuncusunu kilitleyip 25+ sayı atabilecek bir oyuncu haline geldi. Chicago'nun Michael Jordan'dan beri bu tarzda bir oyuncuyu barındırmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Kesinlikle heyecan verici. Onun Bulls taraftarlarını bu kadar umutlandırması sadece oyunu veya bu sezonki performansıyla alakalı değil. İyi bir savunmacı olarak rolünü kazanan, saygı gören ve Bulls tarafından draft edilen Butler'ın karakteri ve oyunu hem takım arkadaşları hem de koçları tarafından övülüyor. Takım arkadaşları konu Jimmy'ye geldiğinde çok çalışkan olduğundan ısrarla söz ediyorlar.

video: https://www.youtube.com/watch?v=lzSYbSG4obk

"Jimmy sadece şutuna güvenerek sayılarını bulmuyor. Rakibini post'a sürükleyerek skor üretebiliyor, çembere gidebiliyor. Ayrıca çizgiye kolayca gidip basit sayılar bulabilmesi ve topsuz oyunu iyi bilmesi müthiş özellikler. Tüm bu artılar bize çok fazla yardım ediyor"

Jimmy'i son damlasına kadar kullanan Tom Thibodeau'nun sözleri bunlar. Chicago'ya geldiği günden bu yana Butler'la yakından ilgilenen asistan koç Griffin ise onun bu sezonki zıplamasını yazın yaptığı çalışmaya bağlıyor. Griffin, Jimmy'nin tüm yaz boyunca oyununu geliştirmek için çaba harcadığını ve bu sezonki farkın o çalışmayla bağlantılı olduğunu belirtiyor. Sizlere hatırlatmak isterim ki, bu sezon Jimmy Butler'ın kontrat sezonu. Bu filmi daha önce defalar görmüştük. Kontrat sezonunda çoşan ve sonrasında yatan oyuncular... Jimmy Butler o tarz oyunculardan biri değil bana kalırsa. Ciddi süreler almaya başladığı ilk anlarda karşısında dünyanın en iyi basketbolcusu olarak gösterilen LeBron James varken, bir adım geri atmadı. Butler güçlü. Hem mental hem de fiziksel olarak, parkede eşleşmek istemeyeceğiniz tarzda bir adam. Gelişmek için ise elinden geleni yaptığı söyleniyor.

video: https://www.youtube.com/watch?v=XDNTXFr3hXQ

2.01 m 100 kilo, pozisyonunu tam anlamıyla doldurabilen, penetre edebilen, neredeyse Harden kadar faul düdüğü alabilen, fena sayılmayacak şekilde şut atabilen, atlet ve harika bir savunmacıdan söz ediyoruz. Jimmy Butler hakkında nasıl olumlu konuşmayayım? İmkansız. Ama, o da kusursuz değil.

Jimmy'nin sinüs grafiğini andıran gelişim süreci kafalarda soru işareti bırakmıyor değil. Önümüzde Lance Stephenson örneği var. Kontratı aldıktan sonra çok farklı bir kafa yaşayan Lance, bilindiği üzere sezonun en büyük hayal kırıklığı. Üstte de belirttiğim gibi Butler'ın aynı yola gireceğini düşünmüyorum ama ihtimal dahilinde elbette. Özellikle şu t-shirt'ü görünce biraz korkmuyor değilim.

                                          

Jimmy Buckets'ın hala istikrar sorunları var. Bu çoğunlukla Thibs'in oyuncuları cesaretlendiren ve şut atmaya yönlendiren sisteminden kaynaklanıyor. Chicago Bulls'u izlediğimizde Hawks tarzında bir paylaşım göremiyoruz.



NBA basketbolunun 2000'li yıllar sonrasında daha çok dışarıya kaydığını ve alan paylaşımının vazgeçilmez bir hale geldiğini hepimiz biliyoruz. Yıllar içinde NBA'deki toplam üçlük atışlar, serbest atış denemelerini yakalar hale geldi. Bundan dolayı, kısa diye tabir edilen oyuncuların üçlük yüzdeleri takımların hücum ritimlerini çok fazla etkiliyor. Jimmy Butler bu haliyle dahi ligin en önemli kanat oyuncularından biri, lakin en iyilerden biri olmak istiyorsa üçlük yüzdesini kabul edebilir bir yüzdeye çekmesi gerekiyor. - bu sezon maç başına 2.9 denemeyle %32 ile atıyor -

Büyük resme baktığımızda ise Jimmy Butler'ın ne kadar harika bir sezon geçirdiğini anlayabiliyoruz. Şimdiden En Çok Gelişme Kaydeden Oyuncu ödülünün en önemli adaylarından biri. All-Star olmayı başardı. Ne pahasına olursa olsun takımda tutalacağı söylenen Butler, Chicago'nun en büyük kozu. Takımın en skorer oyuncusu, savunmada ise takımın en önemli halkası. Oyunundaki ufak eksiklikleri doldurduğu takdirde Jimmy'nin NBA'in en iyilerinden biri olmaması için hiçbir neden yok.

30 Ocak 2015

Doğu'nun En İyisi: Atlanta Hawks


Bilirsiniz, her spor izleyicisinin takıntılı olduğu bir takım şeyler vardır. Birkaç yıl öncesine kadar benim takıntılı olduğum şey Atlanta Hawks'tı. Yönetiliş biçimleri felaketti, ABD'nin en büyük şehirlerinden birinin takımı fakat seyirci gelmiyordu - hala daha az -, Josh Smith'e sahiplerdi - oldukça yeterli bir neden -, Larry Drew'un vasat coaching'i göze çok batıyordu... Gördüğünüz gibi pek sevmiyordum onları, hatta belki de nefret ediyordum. Peki şimdi ne değişti? Neden Atlanta Hawks'ın her maçını izleme ihtiyacı hissediyorum, Pero Antic bebeksi suratını görmek için mi? Hayır. Golden State ile birlikte ligin en iyi basketbolunu oynadıkları için. Pero'yu severim, o başka bir hikaye.

Yaklaşık 3 yıl önce Danny Ferry, takımın genel menejeri yapıldığında Hawks'ın bu kadar kısa sürede ligin en tepesine oturacağını kimse tahmin edemezdi. Dediğim gibi, Atlanta Hawks'lardı, o zamanlarda Atlanta Hawks olmak vasat ve orta direk olmayı gerektirirdi. Aksi düşünülemez, düşünülmesi teklif dahi edilemezdi. Hayal dünyamda bile Hawks'ı iyi olarak canlandıramazdım, Hawks'ın en iyi olma olasılığı gözüme o kadar uzak geliyordu. Ancak zamanla değişmeyen şeylerin sayısı çok ama çok az. Hawks 2012 yazında temellerini attığı yenileme çalışmalarını kısa vadede uygulamaya ve geliştirmeye başladı. Ferry ilk olarak Joe Johnson ve Josh Smith gibi isimlerden kurtulup takımı hangi yöne sürükleyeceğinin sinyallerini vermişti. Tıpkı Spurs'te olduğu gibi, takımı yüksek egolardan arındırıp kendini takımdan daha değerli görmeyecek tarzda parçalarla takımı doldurdu. Chicago'dan çaldığı Korver bunun en güzel örneklerinden. Puzzle'ın son parçası ise, usta işi bir dokunuş oldu. Sürpriz değildi belki ama yapılabilecek en doğru tercihti. Horford ve Millsap gibi pas konusunda en ufak bir problem yaşamayan iki uzuna, Korver gibi ligin en saf şutörüne ve Teague gibi iç/dış bölgelerde etkili bir point guard'a sahipken Spurs'ün hızlı top dolaşımı ve pasa dayalı hücumu Atlanta'da neden can bulmasın sorusunun cevabı oldu Bud hocanın takıma katılması. Cevap evetti, Hawks resmi olarak doğunun Spurs'üydü artık.

Budenholzer'ın Atlanta'daki ilk sezonunda - 13/14 sezonu - Hawks'ın istikrarsızlığından çok dem vurmuştuk. Bunun en önemli sebebi ise Horford'ın sakatlığı dolayısıyla sezonu kapatmış olmasıydı. Hawks, Al Horford'ın oynadığı 29 maçın 16'sını kazanmıştı, ki bu da doğu konferansı standartlarında gayet iyi bir dereceye tekabül ediyordu. Horford sonrasında ise doğal olarak bir takım sıkıntılar yaşanmış, lakin play-off'ta Indiana'yı 7.maça kadar zorlamayı başarmışlardı. - Başarmak fiilini kullandığıma çok aldanmayın, Pacers tuhaf bir komaydı, sonucunda da hasta öldü. Her neyse. -

Peki, gelelim Atlanta Hawks'ın harika sezonuna. 2014/15 sezonunun Atlanta Hawks'ını tabir etmek için şu kelimeleri kullanmamız gerekiyor: Zeka, sıfır bencillik, denge, özveri, esneklik, takım oyunu... Sezonun bu bölümüne kadar bu kadar iyi olmalarının başlıca sebepleri bunlardı. Hawks gerçek bir takım gibi mücadele ediyor. Her oyuncu bir başkasının eksiğini kapatmaya, hücumda ise boş arkadaşını görmeye çalışıyor. Daha net bir şekilde ifade etmek için şu örneği vereyim; geçtiğimiz sezon 71 maçta 24 blok vuran Kyle Korver bu sezon 44 maçta 20 blok vurdu bile. Takımdaki her parçanın özverili oynayışı Hawks'ı daha izlenebilir ve mükemmel kılıyor.

Atlanta Hawks'ın en skorer oyuncusu Jeff Teague maç başına sadece 17.2 sayı üretiyor. Ama takımda tam 5 oyuncu çift haneli sayı ortalamalarına sahip. Sayı yükü tıpkı Spurs'te olduğu gibi herhangi bir oyuncunun üstüne kalmıyor. Ve bir başka benzerini Spurs'te göreceğimiz şekilde, Hawks'ta hiçbir oyuncu 33 dakikadan fazla süre almıyor. Golden State Warriors'tan sonra ligin maç başına en çok asist yapan takımı olan Hawks'ın pas dolaşımı sistemin kritik noktası. Hawks takım halinde oyunun son anları dışında olabildiğince bireysel zorlamalardan kaçınıyor. Atlanta üst üste maçlar kazanmasını ve istikrarlı olmasını savunmada ve hücumda yakaladığı dengeye borçlu.

Üstte açıklayarak bahsettiğim nedenler elbette çok önemli ve sistemin yapı taşları. Ama Hawks takımını bir sonraki aşamaya taşıyan şey bana kalırsa kadrodaki esneklik. Oyunculara kısaca bir göz attığımızda kadrodaki esneklik ve çok yönlülük hemen dikkatimizi çekiyor.

Al Horford – Florida'da Noah'ın yanında 4 oynuyordu, Hawks'ta ise 5 oynuyor ve artık duruma alışmış gözüküyor. Orta mesafesi sayesinde savunmacısının boyalı alana gömülmesini engelliyor. Hatta sol dipten Bruce Bowen kadar üçlük atabiliyor. Savunmada hem 4 hem de 5 numaraları savunabiliyor.

Paul Millsap – Pozisyonuna göre kısa olan Millsap, Utah günlerinden bu yana harika ribaundçu olmasıyla ünlü. Millsap, Hawks'a geldikten sonra repertuarına dış atışları eklemeyi başardı. Alan paylaşımının anahtarı durumunda. %34 ile üçlük, %47 ile uzak mesafeli ikilik sokuyor.

DeMarre Carroll – Carroll 1, 2, 3 pozisyonundaki her oyuncuyu bir şekilde savunabiliyor. Ve tıpkı Millsap gibi, Hawks kariyeri öncesinde üç sayılık atışlar onun oyununda yer almıyordu. Bu sezon %39 ile atıyor.

Jeff Teague – Hawks'ı içten yanmalı bir motor olarak düşünürsek, Teague'in penetre özelliğini yakıt olarak tabir edebilirim. Onun penetreleri ve çember etrafında bitirme yeteneği sayesinde Korver vb. isimler bu kadar yüzdeli şut atabiliyor. Çember etrafında bitirmek demişken, şunu da ekleyelim; Teague bu sezon çember etrafında Westbrook, Rose, Irving, Lillard gibi isimlerden daha iyi bir yüzdeyle oynuyor.

Kyle Korver – Biliyorum, Korver'ın buraya yazabileceğimiz birden fazla özelliği yok. Son günlerdeki smaçlarını saymazsak tabii. Makine, sniper her ne derseniz diyin, Korver bu sezon absürt bir şekilde şut atıyor. NBA 2K serilerinde en düşük seviyede belki yakalanalabilecek bir şut yüzdesiyle oynuyor.

Korver, NBA tarihinde bir sezonda maç başına 5'ten fazla üçlük kullanıp bu atışları %50'nin üstünde sokabilen ilk oyuncu. Sezon henüz bitmediği için, 'şimdilik' ifadesini buraya iliştirelim. Ama Korver'ın ateşi hiç sönecekmiş gibi durmuyor.

Ve tabii ki diğer rol oyuncuları ve parçalarla Hawks müthiş bir kimya oluşturmuş durumda. 'Alman Rondo' Schröder bu sezon oyununu bir üst seviyeye taşımayı başardı. Teague'ten arta kalan dakikalarda takımı hayal kırıklığına uğratmıyor. Keza Mike Scott ve Pero Antic de kenardan gelerek oldukça iyi katkılar veriyorlar. Sefolosha'ya ayrı bir bölüm ayırmak gerekiyor. Thabo'nun ortalamaları box score taraftarlarını tatmin edecek cinsten istatistikler değiller. Fakat gelişmiş istatistiklere göz attığımızda Sefolosha'nın değeri daha iyi anlaşılıyor. O sahadayken Hawks'ın hücum ratingi 108, savunma rating'i ise 97. Bunu 3-4 dakikalık kısa periyotlarda değil, tam 20 dakikalık bir sürede gerçekleştiriyor. Ayrıca Carroll'la birlikte play-off'larda rakip 2 ve 3 numaraları savunma konusunda üstünde büyük bir yük olacak.



Golden State'in arkasından net rating'i en yüksek takım olan Atlanta Hawks şüphesiz ki şu ana kadar ortaya koyduğu oyunla şampiyonluğun ciddi adaylarından biri olduğunu gösterdi. Bu sezon çıktığı 45 maçın sadece 8'ini kaybeden Hawks'ı, tuhaf Milwaukee maçı dışında aciz bir durumda göremedik. Peki Atlanta bu harika oyunu play-off'larda sergileyebilir mi? İşte bu noktada Hawks'a hala şüpheyle yaklaşmak gerekiyor. Detaylı inceleyelim.

Doğu konferansı standartlarında yüksek bir tempoyla oynayan ve bu tempo sayesinde ritm bulabilen Hawks'ın play-off'larda hızının kesilme olasılığı hiç az değil. Bilindiği üzere, play-off'larda daha yavaş ve yarı sahaya gömülen bir oyun sergileniyor. Standart temposunun altında bir oyuna zorlanan Hawks'ın bildiğimiz verimine yaklaşması bir hayli zor bana kalırsa. Sanırım bu sorunun cevabını öğrenmek için play-off sürecini beklememiz gerekiyor.

Aklıma gelen bir başka soru işareti ise undersized uzunlar. Hem Horford hem de Millsap pozisyonlarını tam olarak doldurabilecek boyutlarda değiller. Özellikle rakiplerinde Gasol/Noah ve Nene/Gortat ikilileri olduğu düşünüldüğünde, bu sorunun ciddiyeti daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. Zaten son Chicago maçında 22 sayı 15 ribaund ile oynayan Gasol son derece sorun çıkartmıştı.

Uzun konusuna bağlayabileceğimiz bir başka soruna daha sahipler. Hawks ligin en kötü ribaund takımlarından biri. Ribaundlar ve ikinci şans sayıları play-off'larda telafisi olmayan değişkenler. Özellikle Horford'un iyi bir ribaundçu olmaması canlarını sıkabilir.

İnsanlar Hawks takımını play-off tecrübesi konusunda eksik görüyor. Ben bu düşünceye katılmıyorum. Takımdaki oyuncuların çoğunun fazlaca play-off tecrübesi var. O yüzden Hawks'ı Milwaukee veyahut New Orleans gibi görmek yanlış. Aslına bakarsanız, Atlanta'nın play-off tecrübesi totalde Cleveland'ınkinden çok daha fazla.

Kulüp tarihinin en özel sezonlarından birini geçiren Atlanta Hawks, basketbol oyununun tüm güzelliklerini bizlere sunmaktan geri kalmıyor. Biz basketbolseverlere ise attığı her 10 basketin 7'sini asist üstünden bulan bu takımı izleme görevi düşüyor.

26 Ekim 2014

Basketbol Efsanesi Steve Nash'e Elveda


Magic Johnson'ın showtime Lakers'ını izleme şansına erişemedim. Ya da Oscar Robertson'ın oyunun her alanında yaptığı etkiye şahit olamadım. Aynı şekilde Stockton'ın en iyi zamanını da canlı izleyebildiğim söylenemez. Ama göğsümü gere gere NBA'i değiştiren takımın generalliğini yaptığı sırada Steve Nash'in neredeyse her maçını izleyebildiğimi ve o akışkan hücumun içindeki her etkeni sizlere sabah kadar anlatabileceğimi söyleyebilirim.

Hayatta ve dolayısıyla sporda bazı anlar vardır. Hatırladığınız veya izlediğiniz anda yüzünüzde aptal bir gülümseme belirir. O an, size o kadar değerli bir şeye şahit olduğunuzu hissettir ki, içinizde tuhaf bir boşalma ve rahatlama yaşarsınız. Mike D'Antoni'nin <7 saniye tarzı ve stretch 4 yani şut atabilen power forvetleri kullanarak hayata geçirdiği hücum setleri ve Nash'in kusursuz hücum performansı benim için kesinlikle böyle bir şeydi; NBA için ise adeta bir devrim niteliğindeydi. Elbette bu sistemin en önemli ayağı belki de tarihin en iyi hücum generallerinden birine sahip olmaktan geçiyordu.

1990'larda rakipleri durdurmak için Pat Riley, Phil Jackson, Jerry Sloan gibi koçlar oyunu yarı sahaya yıkmaya çalışıyorlardı - Bilindiği üzere, süperstar'lar veya yetenekli oyuncular transition'da rahatça üretebilecekleri sayıları yarı saha basketbolunda daha çok emek harcayarak yaratmak zorunda kalıyorlar. İyi savunma takımlarının başarılı olması birçok koçun bu sistemi örnek almasına ve bu yüzden savunmaya daha çok değer veren taktiklerle oynamasına neden oldu. Hücum, ağırlıklı olarak isolation üstünden oynanıyor, takım basketbolunun değerini bilen koç sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. 2003-04 sezonuna gelindiğinde ligde maç başına 100 sayıdan fazla ortalama tutturan sadece iki takım kalmıştı: Steve Nash'li Dallas Mavericks ve Rick Adelman'ın harika pasör oyunculara sahip, şiir gibi hücum eden takımı Sacramento Kings. Tam 10 yıl sonra, yani geçtiğimiz sezon ise ligde tam 17 takım 100 sayı barajını geçmeyi başardı.

Nash'li Phoenix Suns'ın yüksek tempolu, 4 şutörlü oyunu NBA'de kabul gördü ve zaman içinde diğer koçlar tarafından da uygulamaya başlandı. Avrupa'da uzun yıllardır alan yaratmak için kullanılan şutör ve çok yönlü hareketli uzunlar NBA'de ilk kez Mike D'Antoni döneminde bu kadar etkili ve uzun sürelerde kullanılmıştı. Bu oyunu sıradışı kılan ise Nash'in muazzam saha görüşü ve olağanüstü bir şutör olmasıydı. İnsanlar Nash hakkında bir şeyler söylediğinde bu konuşmanın %99'u Nash'in saha görüşü ve asistleriyle ilgili oluyor. Halbuki Nash'in hak ettiği değeri görmeyen bir özelliği var. O da lig tarihinin en iyi şutörlerinden biri olduğu gerçeği. 18 sezonluk kariyerinde tam 14 sezon %40 ve üstünde üçlük isabetiyle oynadı. Saha içi isabet oranı da %49 idi. Bir referans almak için kariyeri boyunca en çok karşılaştırıldığı isim olan Kidd'in kariyer şut yüzdesine bakabilirsiniz: %40. Ayrıca Nash, Mark Price'la birlikte lig tarihinin en iyi serbest atıcısı olarak gösteriliyor. Kendisi 50/40/90 kulubünün saygıdeğer 6 üyesinden biri - Bird, Price, Miller, Nash, Nowitzki, Durant. Ve 4 sezon boyunca 50/40/90'u yakalayarak en yakın rakibi Larry Bird'e iki sezon fark atmayı başardı.



Nash'in hücumdaki sihirbazlığını en iyi şekilde gösteren istatistikler geçtiğimiz günlerde nba.com'dan John Schuhmann tarafından paylaşılmıştı. Schuhmann'ın paylaştığı fotoğraf, Nash'in sırtladığı takımların tam dokuz sezon üst üste ligin en iyi hücum takımları olduğunu gösteriyordu. Ne istatistik ama. Bu duruma şu taraftan bakın. Bu dokuz yıl içerisinde Kobe, Shaq, LeBron, Duncan ve daha aklınıza gelebilecek bir sürü süperstar en iyi zamanlarını yaşamaktaydılar. Tüm bunlara rağmen Nash bir şekilde liderliğini yaptığı takımlara kusursuz hücumu oynatabilmiş ve ligi domine etmeyi başarabilmişti. Hem de bunu birçok farklı koçla çalışmasına rağmen gerçekleştirmişti.



İnsanlar Nash'in MVP ödüllerini hep tartışır durur. Bazıları Phoenix'teki ilk sezonunda kazandığı ödülün Shaq'a ait olduğunu iddia eder. Bazıları ise 2006'daki ödülün aslında Kobe'nin hak ettiğini söyler. 04-05 sezonunda Shaq 23 sayı 11 ribaund 2.5 blok %60 saha içi isabetiyle oynadı ve takımı 59 galibiyetle sezonu kapattı. Söyleyecek bir şey yok, müthiş rakamlar. 05-06'da Kobe tam 35 sayı ortalaması tutturdu, modern basketbolda bunu başarmak neredeyse imkansız. İkisi de harikaydı. Nash'in rakamları ise daha mütavaziydi. İlk sezonunda 15 sayı 11 asist %50 saha içi isabeti yakalamıştı. 05-06'da ise 18 sayı 10 asist ve %51. İki sezon üst üste kazanılan MVP ödülleri sadece rakamlarla alakalı değildi. Nash'in takım arkadaşlarını olabilecekleri en iyi oyuncu haline getirmesi ve yanındaki herkesin en iyi sezonlarını onunla birlikte geçirmesi bu ödüller de önemli bir etkendi. Tüm bunlara ek olarak, lig sıradışı bir şey yaşıyordu. Phoenix Suns, herkesten farklı bir oyun sistemiyle galip geliyor ve izleyenler adeta büyüleniyorlardı. Nash'in ödüllerinin tartışılması bence gayet normal. Fakat 10 yıl geçtikten sonra o anda hissedilen şeyler ne yazık ki aynı şekilde hissedilmiyor. Bu yüzden bugün yapılan tartışmalar olayın özüne çok fazla yaklaşamıyor.

Gelelim savunmaya. Nash'in bu konuda gerektiğinden fazla eleştirildiğini düşünüyorum. Hiçbir zaman bir Harden olmadı. Takım arkadaşlarına ihanet edercesine savunmada umursamazlık yapmadı. Üstüne üstlük, hiçbir zaman müthiş bir çember savunucusu içinden barındıran bir takımda oynama şansını da bulamadı. Amare'nin blok rakamları sizi yanıltmasın, en iyi zamanında bile iyi bir savunmacı değildi. Nash, Harden'ın sahip olduğu lükse sahip olmadı. Arkasında Ömer veya Howard yoktu. Bu da uzun vadede Nash'li Phoenix'in savunma anlamında normalden fazla tepki almasına neden oldu. Buradan Lakers dönemine bağlayacak olursak, 2012'de Howard ve Nash, Lakers ile anlaştığında bu yüzden basketbol severler çok heyecanlanmıştı. Hatta bazıları şampiyonluğu garanti olarak görmekteydi. Nash, Phoenix'te geçirdiği son sezonda 12.5 sayı 10.7 ribaund %49 saha içi isabeti ve %43 üçlük yüzdesiyle oynamış, hücum anlamında depoda hala bir şeylerin kaldığını kanıtlamıştı. Pas öncelikli bir guard olduğundan Kobe'yle topu paylaşma konusunda da sıkıntı çekmeyecek, ek olarak Howard gibi bir bekçiye sahip olacaktı. Ve tabii ki Amare'yle yürüttüğü pick&roll'lerin daha vahşilerini Howard'la oynayabilecekti. Öyle olmadı. Hatta bu senaryonun yanına bile yaklaşamadı Lakers. Nash sakatlandı, Howard pek hazır gözükmedi, Kobe kariyerini hızlıca aşağı çekecek feci bir sakatlıkla yüzleşmek zorunda kaldı. Böylece lig tarihinin en büyük hayal kırıklıklarından birine hep beraber şahit olduk.



2012'de all-star olan Nash'in Lakers formasını üstüne geçirdiği andan itibaren kariyeri çok farklı bir yöne evrilmişti. Sakatlıklar, sakatlıklar ve tekrar sakatlıklar... Tarihin en iyi 4-5 oyun kurucusundan biri olan bu adam geçtiğimiz günlerde yaşadığı son sakatlıkla basketbol defterini kapattı.

Sanırım "Her güzel şeyin bir sonu vardır" kalıbı bir kez daha galip gelmeyi başardı. Nash efsanesini yüzük veya MVP sayısıyla anlatmak suya yazı yazmak gibi. Onun basketbol iq'sunun sahada adeta can bulduğunu görmek inanılmaz eğlenceliydi.

NBA tarihinin en sıradışı oyuncularından birinin sözleriyle noktalayalım:

16 Ekim 2014

ASIK AND DESTROY


Öncelikle herkese merhaba. Her zaman ilklerden nefret etmişimdir. Bu postta da bunu fazlasıyla hissediyorum. Fakat bu blogu açma nedenimi ve nasıl kullanacağımı anlatarak fena olmayan bir giriş yapabileceğimi düşünüyorum.

Basketbolu çok seven, hatta hayatının merkezinde basketbol olan sıradan biri olarak zaman zaman düşündüğüm ve hissettiğim şeyleri yazıya dökme ihtiyacı hissediyorum. Twitter vb. mecralar bloglama işini %90 öldürdü, bunun farkındayım. Ondan dolayı burada yazacağım konular genellikle birkaç tweet ile açıklayamayacağım şeylerden oluşacak.

Belki bilenleriniz vardır, kendine has bir ismi olan ve lise yıllarımdan kalan bir blogum vardı. Onu emekliye ayırıp yeni bir blog açmanın zamanı geldi diye düşündüm. Bundaki asıl sebep o blogun fazlasıyla karışık ve istikrarsız bir şekilde yapılanmasıydı. Gerçekten Türkçe bir isim altında yazmak isterdim ama çoğu ya kapılmıştı ya da çok banal isimlerden oluşuyordu. Belki de ben yeterince yaratıcı değildim. Sonuç olarak ülke basketbolumuzun en önemli oyuncularından birininin NBA'deki takma adını kullanmaya karar verdim: Asik and Destroy.

Blogun ilk yazısının şerefine Ömer Aşık'ın oyununu, yeni takımına verebileceği katkıları ve Anthony Davis'le nasıl bir ikili oluşturacaklarını incelemek istedim. Başlayalım.

 ASIK AND DESTROY

Houston Rockets iki yıl önce Ömer Aşık'a 3 yıl $25 milyon değerindeki kontratı imzalatarak ligin en iyi savunma uzunlarından birine sahip olmuştu. Chicago'da Joakim Noah'ın arkasından gelerek oldukça iyi bir performans sergileyen Ömer, klasik istatistiklerin çok ötesindeki oyununu karmaşık istatistikler dehası Daryl Morey'e kanıtlayabilmiş ve kendisi için büyük gözüken kontratı koparabilmişti.

T-Mac ve Yao sonrasında tamamen yenilenmek isteyen Rockets, Ömer, Lin ve Harden imzalarıyla bir yapılanma sürecine girmişti. Genel menejer Morey'nin 2012-13 sezonunun hemen öncesinde reddit'te yaptığı ama'de söylediği şeyler şu anda bulunduğumuz noktayı çok önceden işaret etmişti. Morey, zaman içinde süperstar takviyeleri yaparak Houston şehrine 90'lı yılların ortalarında yaşadığı sevinci tekrarlatmak istiyordu. İşte tam bu nokta Ömer Aşık'ın Houston'dan ayrılma sürecinin başlamasının ana nedenini oluşturuyordu.

NBA'de ilk beş başlamak için Chicago'dan ayrılan Ömer, bu kez Dwight Howard engeliyle karşı karşıya kalmıştı. Morey'nin Howard hamlesi, işe yarayıp yaramayacağını düşünmeden marketteki en değerli şeyi eve götürmekten pek de farklı değildi. Houston'da geçirdiği umut verici bir sezondan sonra Aşık, tekrardan bench'e düştü, takasını istedi ve ortaya pek de şık olmayan görüntüler çıktı.



2014 yılına Rockets formasıyla girme ihtimali çok düşük gözüken Ömer, Morey'nin takas değerini standarttan çok daha yukarıda tutması sonucunda sezonu Rockets'ta tamamladı. Play-off'ta ilk turda elenen Houston Rockets'ın yaz döneminde LeBron, Melo ve Bosh gibi isimlerin peşinden koşacağı bilinen bir gerçekti. Bu hedef doğrultusunda gelecek sezonun takımında düşünülmeyen isimler yani kontratlar bir an önce elden çıkarılacaktı. Ömer ve Lin, gönderilecek muhtemel isimlerin başında geliyorlardı. Ki Ömer Aşık da gitmeyi neredeyse bir yıldır arzuluyordu. Houston Rockets sezon içinde gelen tekliflerin çok daha altında bir değerdeki öneriyi kabul etti ve Ömer'i New Orleans Pelicans'a gönderdi.



Dwight Howard, Houston'a geldikten sonra Ömer'in gösterdiği tavırlar anlaşılabilir fakat çok da hoş değildi. Buna rağmen hepimiz çok iyi biliyoruz ki Ömer takımı için her şeyini sahaya koymayı öncelik edinmiş, çok ama çok düzgün karakterli bir oyuncu. Tam bu noktada Anthony Davis'in lige geldiğinden beri geçen sürede pota altında beraber oynayabileceği yardımcı karakteri bulamadığı aklıma geliyor. Davis, şüphesiz ki hiçbir sakatlık geçirmediği takdirde ligin en önemli oyuncusu olmaya aday - aslında bakarsanız şu anda bir liste yapsam kendisini ilk üçe yazardım, malum iki adamın arkasına. Lakin, Ömer için yeniden başlayacak ilk beş serüveni esasında takımın esas oğlanı Davis için de büyük bir şans. Davis ilk defa gerçek pozisyonunda arkasını düşünmeden oynayabilecek. Monty Williams, Davis ve Ömer arasında bu yaz İspanya'da geçen konuşma sırasında takımın yeni üyesi bu ikiliye savunma yapmak istediğini ve hücumda rolünün olup olmamasını çok da umursamadığını belirtti. New Orleans'ın elindeki hücum silahlarını göz önüne aldığımızda Ömer'e oyunun hücum alanında çok da ihtiyaç kalmayacağını şimdiden söyleyebiliriz. Birkaç satır yukarıda Ömer'in Davis'e arkasına bakmadan rahatça oynayabilmesini sağlayacağından söz etmiştim. Şimdi bu konuyu biraz açalım; Ömer'in savunmasına ve New Orleans'a neler katabileceğine göz atalım.

Ribaundlar, savunma ve Davis'i rahatlatabilecek pivot eksikliği 13-14 Pelicans takımının başlıca sorunlarındandı. Savunma sorununu rakamlara dökecek olursak, Pelicans geçen sezon pozisyon başına 1.06 sayı yemişti. Sıralamaya vurulduğunda geçtiğimiz sezon ligde onlardan daha kötü olan sadece 3 takım vardı: Lakers, Jazz ve Bucks. Takımınızın içinde olmasını isteyeceğiniz bir grup kesinlikle değil.

Davis gibi bir canavara sahip olan Pelicans geçtiğimiz sezon ribaund istatistiklerinde de hiç iyi sayılmazdı. Pelicans 30 takımlı NBA'de maç başına 49 ribaund ortalamasıyla ligi 23.sırada bitirdi.

Avrupa kariyerini bir kenara bırakıp NBA'de ikinci şansını değerlendirmek isteyen Ajinca geçen sezon hiç fena iş çıkarmadı. Ancak harika fiziğine rağmen savunmada çok fazla caydırıcı olamaması, tabir-i caizse yumuşak olmasından ötürü Pelicans pota altı şimdiki korkutuculuğundan uzak bir görüntü çiziyordu. Bu da bir çok kolay atış anlamına geliyor. Ayrıca hakkını vermek lazım, Ryan Anderson'ın denklemden çıkması tüm bu çok yönlülüğü öldürmüş ve Pelicans uzunlarını biraz daha sıradanlaştırmıştı.

İşte tüm bu eksikleri bu sene Ömer'le kapatmayı umuyor Monty Williams ve ekibi. Ömer, Houston'daki ilk sezonunda bu işleri uzun süreler alarak da layıkıyla yapabileceğini kanıtlamıştı. 2012-13 sezonunun en çok ribaund alan oyuncusu olmuş, daha da önemlisi Rockets'ın batı konferansında play-off yapabilmesini sağlayan önemli etkenlerin başında gelmişti.

Basketbolun mücadele ve savunma kısmını zevkle izleyenler için, Ömer'i savunma sırasında takip etmek gerçekten çok büyük bir keyif. Aktif elleri, p&r sırasındaki show up'ları, çok hızlı bir şekilde adamını bulabilmesi ve benim favori bölümüm post savunması... Bazen görüntüler kelimelerden çok daha kuvvetlidir ya, bu video onun kanıtı niteliğinde. Buyrun:


Geçtiğimiz gün oynanan New Orleans-Houston maçından sonra gazeteciler McHale'e Ömer'le ilgili birkaç soru sordular. McHale eski oyuncusu hakkında çok güzel şeyler söyledi. Benim en çok hoşuma giden bölüm ise şu oldu:

"Ömer kim olduğunu ve neyi iyi yaptığını biliyor. Ve iyi yaptığı şeyleri de en üst seviyede yapıyor. Ligin en iyi pivotlarından biri"


Davis ve Aşık ikilisi rakip oyuncuların New Orleans pota altına penetre etmesini iki kat daha zorlaştıracak. İki büyük uzunla oynayan takımlara karşı alan açmak için sık sık denenen 'stretch 4' yani şutör 4 numara hamlesi New Orleans'a karşı çok verimli olamayacak. Çünkü Davis gibi gerçekten çok çabuk ve müthiş atlet bir oyuncuya ve çemberi savunmayı adeta mükemmelleştirmiş bir pivota sahip New Orleans Pelicans.

Oyunun hücum alanına bakmak gerekirse, Ömer'in Davis gibi bir uzunun yanında oynamanın ekmeğini fazlaca yiyeceğini söylemek pek yanlış olmaz. Davis'in orta mesafe şutunun olması ve Howard gibi sürekli post'a gömülmemesi bu ikilinin iş yapabilme olasılığını fazlasıyla artırıyor. Esasında hücum tarafını düşünmeye başladığımızda Ömer için değil de Davis için heyecanlanıyorum. Ömer'in kasap elleriyle hücumda verebileceği şeyler ne yazık ki sınırlı. Zaten ondan hücumda sırtı dönük oynaması falan istenmiyor - muhtemelen Pelicans'a hücumdaki en büyük yararı yaptığı harika perdelemeler ve boş smaçlar olacak. Ama Davis için durum farklı. Artık 5 oynamak zorunda kalmayacak. Cousins veya Howard gibi oyuncularla boğuşmak Ömer'in işi olacak. Ve dolayısıyla oyundaki verimliliği bu sezon bence tavan yapacak.

Batı konferansındaki seviyenin çok yüksek olmasından ötürü hiçbir takımın yeri tam anlamıyla belli değil. Doğu konferansında tüm sezon en iyi oyuncusundan hiçbir şey alamayan bir takım play-off yapabiliyorken, batıda 48-34 gibi gerçekten iyi bir dereceye sahip bir takım play-off biletini kaçırabiliyor. Bu yüzden, sakatlık durumları yaşamayacaklarını varsayarak, play-off yolunda iyi bir şansları olduğunu ama herhangi bir kesinlikten söz edemeyeceğimizi düşünüyorum. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Paul ayrıldıktan bu yana eski adıyla New Orleans Hornets, yeni adıyla New Orleans Pelicans play-off atmosferine hiç bu kadar yaklaşmamıştı.

Tüm bu yazdıklarımdan anlaşılacağı üzere Asik-Davis ikilisi beni fazlasıyla heyecanlandırıyor. Ben Wallace-Rasheed Wallace ikilisinin ligi domine ettiği yıllardan bu yana ligde bu tarzda savunma seviyesi çok yüksek olan bir ikili gördüğümüzü hatırlamıyorum. Buna ek olarak, kenardan 'şutör uzun' vasfıyla bu uzun topluluğunun kreması olacak Ryan Anderson'dan hiç söz etmedik bile. New Orleans'taki 5.sezonuna başlayacak olan Monty Williams'ın başarısızlık geldiği takdirde bu kez kovulmaması için hiçbir mazereti olmayacak.